İlk yardım kursundaydım. Bu dersi veren doktorlardan biri, suda boğulmakta olan birine nasıl yardımcı olabileceğimizi anlatıyordu:
‘‘ Birini kurtarabilmeniz için çok iyi bir yüzücü ve güçlü olmanız gereklidir aksi halde ikiniz de boğulursunuz… Boğulmakta olan birini katiyen bacağınızdan tutturmak yöntemi ile kurtarmaya çalışmayın. Bu kişi bilinçsiz bir şekilde çırpınıp üzerinize tırmanacaktır. İkiniz birlikte batmaya başlarsınız ve onu suçlayamazsınız bunun için çünkü bilinçli olmadığını bilirsiniz. Onu kurtaramazsınız, onunla birlikte boğulursunuz.’’
Bugün beni kızdıran birkaç tartışmadan sonra bu anımı hatırlayıp tüm kızgınlığımdan kurtuldum.
Bahsettiğim tartışmalarda beni kızdıran karşımdakilerin benim çok basit ve açık olduğunu düşündüğüm cümlelerimi anlamayışı ve ilgisi olmayan, benim düşüncem olmayan şeyleri söylediğimi iddia etmeleri. Özellikle biri ile aramızda geçen konuşmadan sonra, durumu düşününce iki ihtimal üzerinde durdum. İlk olarak söylediklerimi anlayamayacak kadar zekâ sıkıntısı yaşama ihtimali idi. İkinci ihtimal ise, kasti olarak söylediklerimi kötü mecralara çekme isteği olabilirdi. İlk ihtimal için kendisini ve diğerlerini suçlayamazdım. Peki ya ikincisi?
Biraz sonra şu geçti kafamdan toplumbilimci olacaklar için:
‘‘Hey sosyolog adayı,
Öncesinden bil ki sonra hayal kırıklığına uğrama.
Seni en çok taşlayanlar haklarını savunduğun insanlar olacak. Hakkını istemeyen büyük bir insan yığını içine giriyorsun, üstelik büyük bir umutla. O taşlar kafanı yaracak. Ancak birkaç yüzyıl sonra seni anacak, anlayacaklar.’’
Gerçekten yalnızca bu iki seçenek mi vardı peki? Hayır. Başka seçenekler de vardı tabi. İşin doğrusu zekâ sıkıntısı çektiği aşikârdı ama o kişi üstün zekâlı da olsa aynı yanılgı içerisine girebilirdi.
Toplumdan ne öğrendiğiniz önemlidir? Toplum belki zekânızı değiştirmede çok etkili değildir fakat nasıl düşüneceğinizi, nasıl hissedeceğinizi, hangi ideolojiye sahip olacağınızı, kime âşık olacağınızı belirleyebilir. Bugünkü deneyimimde bunu gördüm.
Tartışma, okullarda istiklal marşı okunması zorunluluğunun kaldırılması üzerineydi. İki arkadaşım kararı çıkaran kişiyi sert bir dille eleştirip kararın çok yanlış ve kötü emelli olduğunu belirtiyordu. Ben, bu karara sevindiğimi çünkü çocukların hizaya sokulmasını, asker ya da robot yerine konmasını doğru bulmadığımı, sabahları çocukların sıraya konmamaları, marş ya da ant okumak zorunda bırakılmamaları gerektiğini belirttim. Bu yazdıklarıma çok sinirlendiler. Daha doğrusu yazmadığım fakat onların benim yazımdan okudukları bir sürü şeyden ötürü çok sinirlendiler. Örneğin hazır sıraya girmişken bir de istiklal marşını neden söylemek istemediğimi, neden şehitlerin anısına hürmet göstermediğimi, bunun eğitimle ne ilgisinin olduğunu(çünkü benim eleştirim eğitim sistemi üzerineydi), bunun gibi birçok şeyi sorup sonuna da kendilerinin vatanlarını sevdiğini ve ‘Ne mutlu Türküm diyene’ sözünü eklediler benin ise vatanını sevmeyen ve Türklüğü ile gurur duymayan biri olarak yaftalamayı unutmadan...
Uzaydan onlara sesleniyormuşum hissine kapıldım. Söylediklerim belli mesafe aralıklarında belli sayıda kelimeyi geride bırakarak ilerliyormuş gibiydi. Ve onlar, kalan bir iki kelime üzerinden tahminler yürütüyorlardı sanki. Evet, böyle olmalıydı. Aksi halde nasıl olur da sormadığım sorulara yanıt versinlerdi ya da neden söylemediklerim, düşünmediklerim, hissetmediklerim üzerinden beni yargılansınlar idi? Önce onlara kızıp, anlayacaklarını umarak daha açık bir şekilde açıklamak istedim fakat durum aynı şekilde ilerliyordu. Bana ‘sormadığım soruların yanıtını vermeye’ ve beni, ‘ilgim olmayan düşüncelerle’ suçlamaya devam ettiler. Acaba kaç tane kelimem onlara ulaşabilmişti?
Bir süre sonra ödemediğim faturasından ötürü internetim kesildi ve tartışma bitti. Bir şeyler yazmış olmalılar. Kişisel bakımdan önemli olduklarını sanmam. Yine sormadığım sorulara yanıt vermişlerdir ve benim düşüncem olmayan şeylerden ötürü beni yargılamışlardır sanıyorum. Bu nedenle önemli bir şeyi kaçırdığımı sanmam. Fakat toplumsal anlamda çok şey ifade ediyor bu tartışmalar(ya da tartışamayışlar).
Onlara uzaydan seslenme ihtimali üzerinde biraz daha durdum. Kafamda canlandırınca gülüyordum. Komikti. Eğlenceliydi. Ve onların bir suçu yoktu. Çünkü ellerine ulaşan bir iki kelime üzerinden bir bütünü tahmin etmekten başka çareleri yoktu. Fakat farklı kişilerin aynı tahminde bulunması bu fikri(eğlenceli de olsa) kovdu kafamdan.
Neydi bu iletişim sorunu? İşte burada toplumun öğrettikleri devreye giriyordu. Eğitim sistemi onlara bu konuda ne düşüneceklerini ve hissedeceklerini öğretmişti. Sabahları öğrencilerin sıraya sokulması gerekliydi çünkü kargaşa çıkmasındı, zavallı çocuklar birbirini ezmesindi. Sıranın buna neden olduğunu, sıra olmazsa çocukların yığın halinde içeriye girmeye çalışmayacağını, başka ülkelerde çocukların bu şekilde bir sorunla karşılaşmadığını söylediğimde, bunu dikkate değer görmediler. İstiklal marşı okunmalıydı çünkü insanlar bunun için üşenmemeliydi(fikrimi üşengeçlik olarak algılamalarına ne demeli?), şehitlerinin anısına hürmet göstermeleri gerekliydi(anlaşılan onlar için başka yolu yoktu). Hem zaten okullarında zamanında Türk olmayan birilerinin istiklal marşı ve andımızı okumayı reddettiğini, aziz şehitlerimizin anısına saygısızlık ettiklerini, ülkemizi sevmediklerini vs gibi şeyleri bizzat deneyimlediklerini söylediler, yani benim de bunlardan biri olmam gerekliydi... ‘Ne mutlu Türküm diyene’ ile sonlandı konuşmaları. Dediklerine göre Türk değilmişim ben, bunu da öğrendim. Çünkü İstiklal Marşını ve sıra mantığını doğru bulmadığımı söyledim ve onların kafasında Türk olmamak dışında bir neden yoktu bunu istemek için. İstiklal marşını söylemeyi reddeden ya da başka şeyler mırıldanan o vatan haini Kürtler, kalleş Ermeniler ya da Türk olmayan ve olduğundan mutlu olmaması gereken bir kimliğe sahip olan diğerlerinden biri olmalıydım. Yoksa eğitim sistemimizin ilerlemesini isteyecek değildim ya. Muhakkak kötü bir emelim olmalıydı, bu durumda Türk olmamalıydım. Bana öğrettikleri en önemli nokta buydu belki de.
Bugün bir Türk olmadığımı öğrendim. Reha Muhtar olsa şimdi ‘Acı var mı acı? Türk olmadığını öğrendiğinde neler hissettin?’ derdi herhalde. Düşündüm. Ne hissettim?
Mutsuz olmadığımı fark ettim şaşkınlık içerisinde. Bu nasıl olurdu? Burada bir terslik vardı. Nasıl olurdu da Türk olmadığım halde mutsuz hissetmezdim? Gözlerimden yaşlar da dökülmedi. Hani dökülse mutsuzluğumun farkında olmadığımı fark ederdim belki. ‘Ben Türk olmadan bu hayatı nasıl yaşarım?’ kaygısı da olmadı hiç, ne tuhaf. Eğitim sistemimiz ve medyamızın bizlere öğrettiği tek şey kimliğimiz, onu da yanlış öğretiyor olmalı ki her konuşmamız kimlik kavgasına varıyor…
Reha Muhtar ile olan sohbetimi burada bırakıp tartışmama geri döneyim. Toplum onlara belli sorulara yanıtları öğretmişti, bilinmeyen sorulara yanıtları yoktu. Bu durumda ne yapmalıydı? Bildiklerine cevap vermekti. Onlar da bunu yaptı. Sormadığım sorulara yanıt verdiler. Bildikleri sorular üzerinden düşündüler(ya da otomatik cevapları vardı). Söylemediklerim üzerinden beni yargıladılar. Çünkü söylediklerime ne denirdi bilmiyorlardı. Tıpkı TV programlarında mikrofonu birine uzatıp bir şeyi bilip bilmediklerini sorduklarında gelen ‘Hayır ama ….’ diye başlayıp başka şeylerden(kendi bildiklerinden) bahseden yanıtlar gibi.
Sosyolog adayları için düşündüğüm şeylere geri dönüyorum. Evet, haklarını savunduklarınız daha çok taşlıyor sizi. Bugünkü taşlar kafamı yardı. Öldürücü de olabilir darbeler başka zamanlar. Bir sosyolog adayı bunu kabul etmek zorunda kalabilir.
Ve daha sonra, ilkyardım kursundan o dersi hatırladım. Suda boğulmak üzere olan birini nasıl kurtaracağımızı anlatan o ders. Ben bacağımı uzatmış ‘Tutun, sizi çekeceğim.’ demiştim. Tuttular bacağımı ve üzerime tırmanıp batırdılar beni. Birlikte boğulduk. Doktor haklı idi, onları suçlayamam. Çünkü bunun bilincinde değiller. Ve bacağımı tutmalarını ben söyledim. Farkında değildilerdi. Üzerinde düşünülmemişti. Toplumsal bir refleksti.
Kabul etmem gerek ki iyi bir yüzücü sayılmam bununla birlikte çok güçlü biri de değilim. Ne mi oldu? Boğulduk. Onlara kızgın mıyım? Hayır. Düşündükçe huzur içinde tekrar batıyorum. Sosyolog dediğin batarken de gözlem yapmalı, tüm gözlemlerini topluma sunacak değil ya kimisini boğulurken yanında götürmek ister belki.
Not: Tartıştığımız konu istiklal marşının okullardan kaldırılmış olmasıni anlatan bir video ile bağlantılıydı. Belki de doğruluğu yoktu videonun. Benim üzerinde durduğum konu bu değil ama yine de belirtmiş olayım, yanlış bir bilgi vermeyeyim.
Not: Tartıştığımız konu istiklal marşının okullardan kaldırılmış olmasıni anlatan bir video ile bağlantılıydı. Belki de doğruluğu yoktu videonun. Benim üzerinde durduğum konu bu değil ama yine de belirtmiş olayım, yanlış bir bilgi vermeyeyim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder